10 Eyl 2010

yaz aşkı flaşforwardı

kavruk ve nemli bi akdeniz yazıydı işte.. yazın en sıcak günü, televizyonda hiçbişey yok. kanepede altım sındıkça yerimden hafif kaykılarak sıcağa meydan okuyor ve alabildiğine zaplıyordum, lakin 21. yüzyılda 16 kanala sınırlı televizyonda hiçbirşey yoktu. hava çok sıcak çok çok nemliydi.. 've nem, insanın üstüne yapışanı giymesidir' dedi içimdeki şair..

sanılanın aksine, hiç de aşka uygun bi mevsim değil bu yaz.. nem oranı %90'ı, sıcaklık da mevsim normallerini zorlarken nasıl olurdu da aşk yaşanırdı. pispis terliyor insan şu yaz mevsiminde.. ama gönül ferman dinlemez.. bi kere "yaz aşkı"nı duyduya, habire onu ister şımarık çocuklar gibi.. malum, ben de şair ruhluyum, anı yaşarım "carpe diem" derim de başka bişey demem. yüreğimin götürdüğü yere gidecektim elbet.. şimdi televizyonu kapatacaktım ve acilen yeni bi yaz aşkına yelken açacaktım. gerçi eskisi olmamıştı ama olsun. yine de yeni bi aşktı ufukta görünen. ahh aşk. tek bi soru kalıyordu cevap isteyen. nasıl??

yani sonuçta çirkindim, nasıl olur da, bu aşırı çirkinlikle 'yazaşkım'ı bulabilecektim ki.. uzun süre karamsarca düşündüm ve aklımda bi fikir gelişmeye başladı fikir değil de sanki flaşforwarddı bu. aslında olay basitti. hergün havlumu, güneşgözlüğümü ve yarım litre meşrubatımı alıp, beyaz nike'larımı giyip ('neden adidas değil?' sorusuna verilecek cevap "just do it" sloganıdır.. ki ruh halimi daha iyi yansıtacağını siz de kabul edersiniz) sahile gidecek, hem sporumu yapacak hem yeni aşklara yelken açacaktım.. işin püf noktası; "aynılık prensibi" idi, yani hergün aynı saat, aynı dakika, aynı saniyede orda olup, hergün aksatmadan, -kesinlikle- aynı süre içersinde (örneğin 47 dakika) aynı şeyleri yapıp, aynı geldiğim gibi gitmekti.. cool, umursamaz, aynı zamanda sıcak kanlı ve karşşı cinse karşı davetkar bi hava içersinden kaçınarak 'sporunun peşinde' adam olacaktım.

yeri geldi mi ufka bakarak hüzünlenecek, sırf kafa dağıtmak için kaslarımı geliştirecektim, yeri geldi mi gözümü kısıp (gözümü kısınca mehmetaslantuğumsu bi yakışıklılık düşün(noktalamaya çok dikkat ediyorum! 'umsu' özel isme ayrı yazılmaz çünkü ..neyse )) sanki eski günlerdeki acıkı bi olayı anımsamışcasına üzülecektim. dertli gözükmem gerekiyordu yaralı bi ceylan kadar saf ve savunmasız bi aslan kadar mağrur ve güçlü olmalıydım.. sporumdan sonra belki denize nazır bi cafede ama tabi aynı cafe, aynı masa aynı sandalye vs .. ve tabi aynı içecek.. bisüre sonra 'herzamankindenim' olacak bi içecek.

bu monoton ve iğrenç gibi duran ama özünde sinsi plana sağdık kalırsam elbette 'dikkatli gözlerden' kaçmayacaktım.. çevrede dolgun ve meraklı bi bayan tarafından "rahatsız etmiyorum dimi?" diye -hatta belki de bi "sory?" ile- yaklaşılarak sorgulanacaktım. çünkü soru işaretleriyle dolu, makina düzenine sahip, filmlerdeki gibi bi 'başrol adamı' olacaktım. hikayemi merak edeceklerdi, beni sürprizlerle dolu bi kitap gibi okumak isteyeceklerdi.. yapacağım şey tavlamaya çalışmak değil merak uyandırmak olacaktı.. zira çirkinin, yakışıklı gibi davranıp atak olması herzaman iticidir. göze batar, iğrendirir. ben tam bir kadına doymuş adam gibi olmalıydım. sonra belkide elimdeki kalın kitabı bırakıp kendimi diyaloga açacak konuyu edebiyattan, tarihe, ordan tekrar edebiyata, ardından belki şiire getirecek, belki en kalın, en davudi 'şair' sesimle orhan veli'den

"her gün bu kadar mı güzel bu deniz?

böyle mi görünür gökyüzü her zaman?

her zaman güzel mi bu kadar,

bu eşya bu pencere,

değil,

vallahi değil,

bi iş var bu işin içinde."

şiirini okuyacak, kadının güzelliğine göndermeli ve içimdeki duygulara tecuman olan bi şiirle 'gözlerinden kalbine akıcaktım'*. peki hala niye duruyorum öyleyse.. hemen kalkıp bişey yapmalı, hayatımı değiştirmeliydim.değil miydi ki "just do it" sahip çıkmış 'düzen'e... ama önce üstümü değiştirmeliydim.. aa akasya durağı çıkmış dur önce şunu izliyim sonra .ehehe osman aga...

(*bkz: google'de ara: berksan, çilek dudaklarına yapışıp kalıcam)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder