15 Eyl 2010

kusursuz plan

malumunuz, serde çapkınlık var.. ve kız kesmek erkekliğin şanındandır.. ama ben hiç kız kesemiyorum.. sanırım utanıyorum ama tam da utanmak değil korkmak gibi. yani hani bi süper markete çantayla girer ve dolaşıp dolaşıp hiçbişey almadan çıkarken bi korku, utanma karışımı ilginç duygulara girersin ya.. "acaba çantama bişey attım mı?" "hırsız mıyım ?" "ötersem ne derim" gibi gereksiz kuruntular yaşarız ya.. ..yani en azından ben yaşarım.. çok şükür 12 yıllık 'süpermarkete bakınma kariyeri'mde hiç de ötmedim ama hep o duygu o kuruntu üstümdedir. işte kız mevzusundada bu duygu -bu "kuruntu"- peşimi bırakmaz. ama tüketici kimliğim nasıl marketlere girmemi sağlıyorsa, abazan kimliğim de arada kız kesmeme filan sebep oluyor. hormonlar işte.
geçenlerde de -derse gittiğim ender günlerden birinde(hı hı tembelim ben)- sınıftakilerin çoğu henüz gelmemişti çünkü erken gitmiştim ve sıkılıyordum. birden sınıfta pek az muhabbetim olan güzel bi kızla daha samimi olabileceğim gibi bi düşünce kıvılcımlandı beynimde.. uzaktan baktım, baktım baktıım. olmadı. kızın konumu beni görmesine engeldi. bu işler zaten uzaktan olmazdı. bi çare bulmalıydım çapkınlığımı konuşturmalıydım. ama nasıl? nasıl?! nasıl! ??
hemen asi, kabına sığmaz beynime odaklandım. O bu işin üstesinden gelir dedim; ve o an "dahiyane" bi plan şimşeklendi aklımda. İşte ben buyum dedim çok zekiyim yaaaa dedim .kendi kendimin götünü kaldırdım. Planım çok basit gözüküyordu ama altında bi deha yattığı besbelliydi. Öyle ki bu kusursuz plan kendimi maykıl scofield'la özdeşleştirmeme sebep olmuştu... bi saniye o kimki lan!? o hayal ürünü dedim hemen ardından. Ben gerçeğim ve planım da onunkilerden çok daha kusursuz....

planım şuydu: telefonumu çıkarıp, yanıma koyduğum montumun cebine koyup, ''aaa nerde bu telefon!'' ''tuh nerdeki acaba hay allah?'' diye yüksek sesli arayış içine girecek, kızın duyduğundan emin olduktan sonra da üstün tiyatrocu yeteneklerimle kızdan, beni çaldırmasını isteyecektim. tabii ki birbirimizde numaramız olmadığı için o bana "numaranı söyle" diyecek, ardından beni çaldıracaktı.. ve sonra "aa hay allah burada mıymış" diye telefonmu montumun arasında 'bulacaktım', bu sayede hem içsel sorunları olan bi insanın şirin dalgınlığına gülüp, yumuşayan güzel kızın sempatisini hem de o güzel kızın telefon numarasını almış olacaktım. zaten ordan sonra muhabbet, sohbet açılmaması olanaksızdı bi kere artık bi "yaşanmışlık" olacaktı.
kusursuz planımı hemen harekete geçirip müstakbel "yarimi" hiçbi sıradan çapkınlık numarasına girmeden koluma takmalıydım. işin güzeli, rezil olma olanağım yoktu. Kıza selam verip duymaması, facebookta ekleyip kabul etmesini beklemek, gibi şeyler de olmaycaktı. lan ben harikaydım.
Neyse cep telefonumu cebimden çıkardım, montumu uygun mesafeye çektim herşeyden emin olduktan sonra rolüme girip repliklerimi saymaya başladım. "aaa nerde bu??" "allaaaah alllaaah?" "acaba yeremi düştü" tarzı serzenişlerimi duymuştu ve daha da iyisi olmuştu. o güzel kız "bişeyini mi kaybettin?"diye sordu. Aah ah.. daha şimdiden her derdime ortak olacak, bi 'kötü gün yari' olacağını kanıtlar gibiydi. ben bu beklemediğim ilgi karşısında doğaçladım tabi hemen. "Evet.telefonumu bulamıyorum" dedim. O da bulunduğu sıradan kalkıp yanıma doğru yürümeye başladı. herşey o kadar mükemmeldi ki inanamıyordum. Müstakbel sevdiceğim yanıma gelmişti bile, ben de hemen aklıma o an gelivermiş gibi "ya beni bi çaldırır mısın acaba ?" diye sinsi sorumu soruverdim o da "tabi numaranı ver " deyince "ALLLAAAAAHHH !! " diye bağırasım geldi ama tuttum kendimi. malum, serde oyunculuk var; duygularıma hakim olmalı ve planımı kusursuz olarak işletmeye devam etmeliydim. telefon numaramı verdim ve çaldırdı.. Çaldırdı amaaa çaldırmaz olaydı... hayır lan!? Olamaz imkansız! ulann? ulann!? hayır... evet telefonumu elimde unutmuştum. hayır kız bunu gördü ve yere yığıldı gülmekten. Ben de bi kez daha "gülsemmi ağlasammı bilemedim". Ulan nasıl olurdu lan nasıl lan??? Yahu o değil ondakkadır arayıp tarayıp kızı yanıma kadar getirdikten sonra onca planlar bişeyler yaptıktan sonra nasıl olurdu. içimde kor ataşlar yanarken bende güler gibi yapmaya çalıştım. olmadı . "YUUHHH BEE" "BU DA MI GOL DEĞİL BEEE" diye ağlamak istiyordum. kollarımı iki yana açıp bağırmak ardından göğsüme vuru vura sol yanımı çürütmek istiyordum.. ağlamak..
Doğal olarak o kızın numarasını aldım, aldım da öylesine ezilmiş, öylesine örselenmiştim ki artık onu görünce yolumu değiştiriyorum; ondan ölümüne kaçıyorum. Çünkü bana, benim ne boktan bi insan ne mal bi şey olduğumu hatırlatan kişi o 'güzel kızdı'. Artık beni her görüşünde gözleri gülüyor -istediğim kısmen oldu- ama ben onu her gördüğümde gözlerim doluyor be hacı.

HAYIN KADER ZALIM KADER!

YİNE AĞLARINI ÖRDÜN KADER.
Bİ BANA MI ACI? Bİ BANA MI KEDER?
AĞLAYANLAR BİR GÜN GÜLER
DOSTLAR BENİ HATIRLASIN

[...bir abazanın anıları 02,05,1990/ cihangir ]

10 Eyl 2010

yaz aşkı flaşforwardı

kavruk ve nemli bi akdeniz yazıydı işte.. yazın en sıcak günü, televizyonda hiçbişey yok. kanepede altım sındıkça yerimden hafif kaykılarak sıcağa meydan okuyor ve alabildiğine zaplıyordum, lakin 21. yüzyılda 16 kanala sınırlı televizyonda hiçbirşey yoktu. hava çok sıcak çok çok nemliydi.. 've nem, insanın üstüne yapışanı giymesidir' dedi içimdeki şair..

sanılanın aksine, hiç de aşka uygun bi mevsim değil bu yaz.. nem oranı %90'ı, sıcaklık da mevsim normallerini zorlarken nasıl olurdu da aşk yaşanırdı. pispis terliyor insan şu yaz mevsiminde.. ama gönül ferman dinlemez.. bi kere "yaz aşkı"nı duyduya, habire onu ister şımarık çocuklar gibi.. malum, ben de şair ruhluyum, anı yaşarım "carpe diem" derim de başka bişey demem. yüreğimin götürdüğü yere gidecektim elbet.. şimdi televizyonu kapatacaktım ve acilen yeni bi yaz aşkına yelken açacaktım. gerçi eskisi olmamıştı ama olsun. yine de yeni bi aşktı ufukta görünen. ahh aşk. tek bi soru kalıyordu cevap isteyen. nasıl??

yani sonuçta çirkindim, nasıl olur da, bu aşırı çirkinlikle 'yazaşkım'ı bulabilecektim ki.. uzun süre karamsarca düşündüm ve aklımda bi fikir gelişmeye başladı fikir değil de sanki flaşforwarddı bu. aslında olay basitti. hergün havlumu, güneşgözlüğümü ve yarım litre meşrubatımı alıp, beyaz nike'larımı giyip ('neden adidas değil?' sorusuna verilecek cevap "just do it" sloganıdır.. ki ruh halimi daha iyi yansıtacağını siz de kabul edersiniz) sahile gidecek, hem sporumu yapacak hem yeni aşklara yelken açacaktım.. işin püf noktası; "aynılık prensibi" idi, yani hergün aynı saat, aynı dakika, aynı saniyede orda olup, hergün aksatmadan, -kesinlikle- aynı süre içersinde (örneğin 47 dakika) aynı şeyleri yapıp, aynı geldiğim gibi gitmekti.. cool, umursamaz, aynı zamanda sıcak kanlı ve karşşı cinse karşı davetkar bi hava içersinden kaçınarak 'sporunun peşinde' adam olacaktım.

yeri geldi mi ufka bakarak hüzünlenecek, sırf kafa dağıtmak için kaslarımı geliştirecektim, yeri geldi mi gözümü kısıp (gözümü kısınca mehmetaslantuğumsu bi yakışıklılık düşün(noktalamaya çok dikkat ediyorum! 'umsu' özel isme ayrı yazılmaz çünkü ..neyse )) sanki eski günlerdeki acıkı bi olayı anımsamışcasına üzülecektim. dertli gözükmem gerekiyordu yaralı bi ceylan kadar saf ve savunmasız bi aslan kadar mağrur ve güçlü olmalıydım.. sporumdan sonra belki denize nazır bi cafede ama tabi aynı cafe, aynı masa aynı sandalye vs .. ve tabi aynı içecek.. bisüre sonra 'herzamankindenim' olacak bi içecek.

bu monoton ve iğrenç gibi duran ama özünde sinsi plana sağdık kalırsam elbette 'dikkatli gözlerden' kaçmayacaktım.. çevrede dolgun ve meraklı bi bayan tarafından "rahatsız etmiyorum dimi?" diye -hatta belki de bi "sory?" ile- yaklaşılarak sorgulanacaktım. çünkü soru işaretleriyle dolu, makina düzenine sahip, filmlerdeki gibi bi 'başrol adamı' olacaktım. hikayemi merak edeceklerdi, beni sürprizlerle dolu bi kitap gibi okumak isteyeceklerdi.. yapacağım şey tavlamaya çalışmak değil merak uyandırmak olacaktı.. zira çirkinin, yakışıklı gibi davranıp atak olması herzaman iticidir. göze batar, iğrendirir. ben tam bir kadına doymuş adam gibi olmalıydım. sonra belkide elimdeki kalın kitabı bırakıp kendimi diyaloga açacak konuyu edebiyattan, tarihe, ordan tekrar edebiyata, ardından belki şiire getirecek, belki en kalın, en davudi 'şair' sesimle orhan veli'den

"her gün bu kadar mı güzel bu deniz?

böyle mi görünür gökyüzü her zaman?

her zaman güzel mi bu kadar,

bu eşya bu pencere,

değil,

vallahi değil,

bi iş var bu işin içinde."

şiirini okuyacak, kadının güzelliğine göndermeli ve içimdeki duygulara tecuman olan bi şiirle 'gözlerinden kalbine akıcaktım'*. peki hala niye duruyorum öyleyse.. hemen kalkıp bişey yapmalı, hayatımı değiştirmeliydim.değil miydi ki "just do it" sahip çıkmış 'düzen'e... ama önce üstümü değiştirmeliydim.. aa akasya durağı çıkmış dur önce şunu izliyim sonra .ehehe osman aga...

(*bkz: google'de ara: berksan, çilek dudaklarına yapışıp kalıcam)